x
M E L İ K E
D İ N Ç

21. Yüzyıl İçin 21 Ders- Yuval Noah Harari

  • Psikoloji-Kitap Analizleri
  • /
  • 20 Mayıs 2024

1. Giriş

Yuval Noah Harari’ nin 21. Yüzyıl için 21 ders adlı kitabında Sapiens ve Homo Deus kitaplarında gündeme getirdiği konuların çözümlemesi olarak ele almıştır. Hayatımızda önemli derecede değişimlerin yaşanacağı düşünülen 21. Yüzyıl beraberinde birçok hızlı değişimi getirerek hayatımızda birçok değişime neden olacak. Yuval Noah Harari bu değişimleri belli başlıklar altında inceleyerek ele almış ve çok farklı fikirler sunmuştur.

Kitabı okumaya başladığımda dil olarak alışık olmadığım ve okumakta ilk başlarda zorlandığım bir kitap oldu.  Fakat kitabı bitirip bu yazıyı yazmaya başladığımda kitapta beni etkileyen birçok gündem olduğunu ve kitabın genel itibariyle herkese hitap eden bir tarafın olduğunu fark etmemi sağladı.

Günümüz teknoloji çağında gelişmekte ve değişmekte olan onca şey varken ve bunlar eskiye nazaran artık daha hızlı değişmesi biz insanların da zamana ve çağa uyum sağlaması gerektiği yadsınamaz bir gerçek.

2. Gelişme 

Dünyanın merkezinde değiliz. Kitabın alçakgönüllülük başlığı altında ele alınan bu söz kitabın benim için en çarpıcı kısımlarından biri oldu. Bir millet olarak ele aldığımızda dinimizi ya da mezhebimizi yüceltmemiz, kendi dinimizi diğer dinlerden üstün görmemiz, insanlık tarihinin kilit unsuru sanmaya meyilliyiz. Hâlbuki her dine baktığımızda olumsuz ve bağnaz birçok yaşantı görebiliyorsak demek ki hiçbir dini insan ahlakının yaratıcısı konumuna yerleştiremeyiz. Tek tanrıcılık bu nedenle kitap içerisinde eleştirilmiş ve kesin olarak katılıyorum ki; tektanrıcılığın yol açtığı kesin bir şey varsa o da pek çok insanı eskiye göre daha hoşgörüsüz hale getirmesidir.

Teknolojiyle birlikte gelişen yapay zekâ ve biyokimyasal algoritmalar geleceğin değişime yönelik kilit noktalar olacak. 2050’ lere gelindiğinde insanlarımızın birçoğu iş bulmakta zorlanacak. Psikoloji ya da sezgi gerektiren bunun gibi birçok meslek bilgisayarlar tarafından yapılabilecek ve yeni mesleklere insanların uyum sağlamaları ve kısa süreli işlere ve değişimlere açık olması beklenecek. Yapay zekâ birçok mesleğin görev ve sorumluluklarını yerine getirebiliyorken insanların yeni meslek alanı belki de yapay zekânın nasıl desteklenebileceği, korunabileceği ve geliştirilebileceği üzerine olabilir. Fakat bu alandan meslekler ortaya çıkacak olsa bile değişmekte ve gelişime ayak uydurmakta zorlanacak olan bir sınıfın ortaya çıkması da olası bir durum. Şuan insanlar hayatlar boyu tek mesleğe odaklanarak yaşamayı düşünürken 2050’ ye gelindiğinde ömür boyu aynı mesleği yapabilmek mümkün olmayacak. Şuan ki hızından daha fazla bir değişim gerçekleşecek.

Teknolojik değişimlerin yaşanmasının yanı sıra insan duygularının algoritmalara karşı daha önemsiz bir duruma düşmesi söz konusudur. Kitap içerisinde kısa bir zaman sonra bilgisayar algoritmalarının insan duygularından daha iyi bir rehber haline geleceğinin ifade edilmesi benim en çok ilgimi çeken cümlelerden biri olmuştu (s.60).

Psikolojik danışmanlar olarak insanların bireysel farkındalıklarını arttırmaya çalışırken ileride biyologlar tarafından beyinle insan duygularının gizemini deşifre ederken; benim duygularımı benden daha iyi gözlemleyip analiz edilebilecek büyük veri algoritmalarını ortaya çıkacağından bahsediliyor. Gelecekte böyle bir durum yaşanacaksa bile bunun için 21. Yüzyılın erken olduğu düşüncesi içerisine giriyorum.

Durmadan gelişen bu büyük veri algoritmalarının önümüzdeki yıllarda sağlığımızı düzenli olarak gözlemleyebileceğinden; hatta kişiye özel sağlık önerileri, diyet listeleri sunabileceğinden bahsediliyor. Bu konu daha öncesinde izlemiş olduğum “What Happened To Monday” filmindeki gelişmiş teknolojiyi hatırlattı. Böyle bir durumun gerçekleşeceğini ele alırsak sadece biz psikolojik danışmanlar değil, beslenme ve diyetetik uzmanları da geleceğin mesleği olmaktan çok uzaklar. Olumlu tarafından bakmak gerekirse bu büyük veri algoritmaları sayesinde hastalıkların teşhis ve tedavisi daha başarılı hale gelecek.

Dikkatim çeken farklı bir nokta; gelişen teknolojinin topluma olan yansımasına baktığımızda aslında bizi kendimizden ne kadar da uzaklaştırdığını görebiliyoruz. Akıllı telefonlar ve teknoloji artık günümüzün o kadar büyük bir vazgeçilmezi haline geldi ki siber âlemde olan şeyler gerçek hayatta olup bitenlerden daha önemli ve ilgi çekici. Telefondan kafalarını kaldırıp selam veremez sohbet edemez hale gelmiş bireyler haline geldik (s. 94).

Kitabın Tanrı ile ilgili olan kısmında insanların olumsuz duygularını yönetmek için Tanrı’ yı hesaba katmaları ve bu olumsuz duygusunu tanrının emriymiş gibi kamçılayıp öfkesini gerekçelendirmesi değil de duygularını gerçekleriyle kabullenip baş etmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Ahlaklı davranmak için bir dine ya da mite ihtiyacımız olmadığı dile getiriliyor. Laikliğin sağlanamadığı günümüzde devlet işlerine Tanrı’ yı işe karıştırmadan yapabilmeli; sağlıklı bir yaşam ortamı sağlanmalıdır. “Son birkaç yüzyılında kanıtladığı gibi ahlaklı bir hayat sürmek için tanrının adını anmaya gerek yok.”

21. yüzyılda en önemli görünen sanat türünün bilim kurgu olacağı öngörülürken şuan bilimkurguda bilinç ve zekânın birbirine karıştırıldığından bahsediliyor. Yapılan birçok yapay zekâ konulu film varken işlenen konuların alakasızlığı ele alınmıştır. Hayatta deneyimlediğimiz her şeyi kendi içimizde yani bedenimizde ve zihnimizde yaşarken matrisin içinde ya da dışında olmamız yaşadığınız duyguyu değiştirmiyor. Korkunuz yine korku üzüntünüz yine üzüntüdür; tamamıyla gerçektir.

En önemli konulardan biri olan eğitime geldiğimizde ise gelişen teknolojiyle kıyaslandığında çocukların şuan öğrendiklerinin ileride hiçbir işe yaramayacağı yadsınamaz bir gerçek. Teknolojinin sağlayabildiği bilgileri aynı şekilde öğretmeni tarafından anlatılmasının hiçbir anlamı yok. Öğrencilere verilmesi gereken şey teknoloji bu kadar gelişmemiş olsa bile bilgilerin nasıl anlamlandırılacağı, nasıl eleştirel düşünebilecekleri ya da bilgiyi nasıl dönüştürebileceği olmalıdır. Çünkü 2050’ de çocukların öğrendikleri hiç bir bilgi işe yaramayabilir. Çocuklara bakış açısı kazandırabilmek, eleştirel düşünme becerilerini geliştirebilmek hepsinden daha önemlidir. Eleştirel düşüme, iletişim, işbirliği ve yaratıcılık öğrencilerin öğrenmesi gereken en önemli beceriler olmalıdır. Bilgi odaklı değil düşünme odaklı olabilmeli ve bunu çocuklara beceri olarak kazandırmalıyız. Dolayısıyla öncelikli olan çocuklara değil, kendimize yönelmeliyiz.

3. Sonuç

Aslında durumumuzun geneline baktığımızda hayatımızın anlamını bulmaya çalışırız. Ben kimim? Bu hayatta ne yapmalıyım? Bu hayatın anlamı ne? İnsanlar yüzyıllardır bu sorulara cevap ararlar. Aslında bu sorulara yönelik başarılı birçok anlatı oluşturulmuştur. Bu anlatılardan birine inandığınızda onun dışında kalan şeyleri görmekten geliriz. Anlatıya baktığımızda onun doğruluğundan çok bana bir kimlik kazandırıp kazandıramadığıyla ilgileniriz. Bize anlam ve kimlik sunan anlatılar tümüyle kurmaca bile olsa biz insanların bu anlatılara inanmaya ihtiyacı var.

Dini anlatılara baktığımızda mum yakmak çan çalmak dinse anlamlar katıldığı gibi herhangi bir yemeğe de manevi değerler yüklenebiliyor. Ya da bir inanç uğruna birçok şey feda edilerek çok farklı şekillerde ele alınabilir. Ele alınan hangi din, hangi tanrı olursa olsun kitabın dile getirdiği tüm anlatıların aslında kusurlu, çelişkilerle dolu olmasıdır. Milletim ve dinimin milyonlarca insanı öldürmemi buyuruyorsa bunu yapmalıyım düşünceleri artık bir kenara bırakmalı ve öncelikle kendimizi anlamaya çalışmalıyız.  Benliğe yönelik düşüncelerin sürekli değişebileceğin kabul etmeliyiz. Fotoğraf çekilmeye değil o anı yaşamaya bakmalıyız. Kitabın bu konu ile ilgili en sevdiğim cümlesi; “İnsanlar ben kimim? diye soru sorup cevap olarak bir anlatı bekliyorlar. Kendiniz hakkında bilmeniz gereken ilk şey bir anlatı olmadığınız.” oldu.

Duygularımıza dönüp baktığımızda dünyadaki tek gerçek duygunun acı olduğu dile getiriliyor. Bu nedenle evrenin, hayatın amacını anlamak; kendi kimliğini keşfetmek istiyorsan acıyı gözlemleyebilir ve acının neye karşılık geldiğini inceleyebilirsin.

Teknolojinin bu kadar gelişmesi, algoritmaların beynimizi okuyacağını düşündüğümüz 21. Yüzyıl öncesinde insanların öncelikle kendi zihinlerini anlamaları gerekmektedir. Kim olduğumuza ve kendimize yönelik tüm bilgilerimizi şekillendirecek olan algoritmalar gelişmeden biz bazı şeylerin farkındalığına varmalı; ölümü anlamaktansa yaşamı anlamaya çalışmalıyız. Şuan için psikolojik danışmanların farkındalığı oluşturmak için önemli bir göreve sahip olduğunu düşünüyorum. İnsanların sadece gerçeği olduğu gibi izlemelerini sağlamak bile aslında her duygunun kaynağının zihnin içindeki örüntülerden kaynaklandığını fark etmelerine olanak sağlayacaktır. Zihin içerisindeki aynı nöronlar farklı hareketleriyle biriyle acı çekerken diğer hareketle âşık olabiliyorum. Algoritmalar bizim yerimize düşünmeden öncelikle bizim kendi zihinlerimizi anlamamız gerekmektedir. Bir an önce işe koyulmalıyız.

Genel olarak baktığımızda bu değişimlerin hayatımızı birçok ölçüde değiştireceği, mesleğimizin birçok açıdan değişime uğrayacağını düşünüyorum. Fakat psikolojik danışmanlığa yönelik ihtiyacın devam edeceğini; sadece kullanılacak olan kuramların ve terapötik yöntemlerin değişebileceğini öngörebiliriz. İnsanlar doğumundan itibaren bağ kurmaya ihtiyaç duyan varlıklardır. 2050 yılında doğan bir bebek annesi ile bir bütün olduğunu düşünürken bebeğin ihtiyaçları belki de teknolojik tasarım ürünlerden robotlardan karşılanabilecek ve dolayısıyla bebeğin duygusal ve sosyal gelişimleri tamamlanmamış olacak ve ileride kendine güvensiz, içe kapanık bireylerin artmasına neden olacak. Kişiler arası iletişim azaldıkça insanlar daha çok psikolojik problemlerle karşılaşacak. Dolayısıyla psikolojik danışmanlara olan ihtiyaç daimi olacaktır.

Teknolojik gelişimler ile insanların mesleki olarak sürekli değişime uğraması, içinde bulunduğu zamana uyum sağlaması gerekecek. Ne kadar çeşitli meslekler oluşsa da değişime kapalı olan insanların işsiz kalma durumu bunalım, depresyon sorunlarını beraberinde getirecek. Böylelikle yardım almak için psikolojik danışman desteğine ihtiyaç duyulacak.

Bilgiye ulaşımın artması, eğitim sisteminin yetersizliği ile insanlara şuan öğrendikleri bilgiler yetersiz gelecek, bireyselleşme ve bencilliğin artmasıyla insanlar daha hırslı bir yapıya bürünecek. Dolayısıyla yaşanan birçok sorunla birlikte mutsuzluk arttığı için psikolojik danışmanlığın desteği daha önemli hale gelecek.  2050 çok yakın bir tarih olmasına rağmen tüm bunlar olabilir diye düşünsek de psikolojik danışmanlar kendi ilke ve değerlerinden vazgeçmemeli; teknoloji ne kadar gelişse de etik ilkelerinden ödün vermemelidir.


Kaynak:Harari, Y. N. (2018). 21. Yüzyıl İçin 21 Ders. Kolektif Kitap.


Uzman Psikolojik Danışman Melike Dinç