1. Giriş
Yuval
Noah Harari’ nin 21. Yüzyıl için 21 ders adlı kitabında Sapiens ve Homo Deus
kitaplarında gündeme getirdiği konuların çözümlemesi olarak ele almıştır.
Hayatımızda önemli derecede değişimlerin yaşanacağı düşünülen 21. Yüzyıl
beraberinde birçok hızlı değişimi getirerek hayatımızda birçok değişime neden
olacak. Yuval Noah Harari bu değişimleri belli başlıklar altında inceleyerek
ele almış ve çok farklı fikirler sunmuştur.
Kitabı
okumaya başladığımda dil olarak alışık olmadığım ve okumakta ilk başlarda
zorlandığım bir kitap oldu. Fakat kitabı
bitirip bu yazıyı yazmaya başladığımda kitapta beni etkileyen birçok gündem
olduğunu ve kitabın genel itibariyle herkese hitap eden bir tarafın olduğunu
fark etmemi sağladı.
Günümüz
teknoloji çağında gelişmekte ve değişmekte olan onca şey varken ve bunlar
eskiye nazaran artık daha hızlı değişmesi biz insanların da zamana ve çağa uyum
sağlaması gerektiği yadsınamaz bir gerçek.
2.
Gelişme
Dünyanın
merkezinde değiliz. Kitabın alçakgönüllülük başlığı altında ele alınan bu söz
kitabın benim için en çarpıcı kısımlarından biri oldu. Bir millet olarak ele
aldığımızda dinimizi ya da mezhebimizi yüceltmemiz, kendi dinimizi diğer
dinlerden üstün görmemiz, insanlık tarihinin kilit unsuru sanmaya meyilliyiz. Hâlbuki
her dine baktığımızda olumsuz ve bağnaz birçok yaşantı görebiliyorsak demek ki
hiçbir dini insan ahlakının yaratıcısı konumuna yerleştiremeyiz. Tek tanrıcılık
bu nedenle kitap içerisinde eleştirilmiş ve kesin olarak katılıyorum ki;
tektanrıcılığın yol açtığı kesin bir şey varsa o da pek çok insanı eskiye göre
daha hoşgörüsüz hale getirmesidir.
Teknolojiyle
birlikte gelişen yapay zekâ ve biyokimyasal algoritmalar geleceğin değişime
yönelik kilit noktalar olacak. 2050’ lere gelindiğinde insanlarımızın birçoğu
iş bulmakta zorlanacak. Psikoloji ya da sezgi gerektiren bunun gibi birçok
meslek bilgisayarlar tarafından yapılabilecek ve yeni mesleklere insanların
uyum sağlamaları ve kısa süreli işlere ve değişimlere açık olması beklenecek.
Yapay zekâ birçok mesleğin görev ve sorumluluklarını yerine getirebiliyorken
insanların yeni meslek alanı belki de yapay zekânın nasıl desteklenebileceği,
korunabileceği ve geliştirilebileceği üzerine olabilir. Fakat bu alandan
meslekler ortaya çıkacak olsa bile değişmekte ve gelişime ayak uydurmakta
zorlanacak olan bir sınıfın ortaya çıkması da olası bir durum. Şuan insanlar
hayatlar boyu tek mesleğe odaklanarak yaşamayı düşünürken 2050’ ye gelindiğinde
ömür boyu aynı mesleği yapabilmek mümkün olmayacak. Şuan ki hızından daha fazla
bir değişim gerçekleşecek.
Teknolojik
değişimlerin yaşanmasının yanı sıra insan duygularının algoritmalara karşı daha
önemsiz bir duruma düşmesi söz konusudur. Kitap içerisinde kısa bir zaman sonra
bilgisayar algoritmalarının insan duygularından daha iyi bir rehber haline
geleceğinin ifade edilmesi benim en çok ilgimi çeken cümlelerden biri olmuştu
(s.60).
Psikolojik
danışmanlar olarak insanların bireysel farkındalıklarını arttırmaya çalışırken
ileride biyologlar tarafından beyinle insan duygularının gizemini deşifre
ederken; benim duygularımı benden daha iyi gözlemleyip analiz edilebilecek
büyük veri algoritmalarını ortaya çıkacağından bahsediliyor. Gelecekte böyle
bir durum yaşanacaksa bile bunun için 21. Yüzyılın erken olduğu düşüncesi
içerisine giriyorum.
Durmadan
gelişen bu büyük veri algoritmalarının önümüzdeki yıllarda sağlığımızı düzenli
olarak gözlemleyebileceğinden; hatta kişiye özel sağlık önerileri, diyet
listeleri sunabileceğinden bahsediliyor. Bu konu daha öncesinde izlemiş olduğum
“What Happened To Monday” filmindeki
gelişmiş teknolojiyi hatırlattı. Böyle bir durumun gerçekleşeceğini ele alırsak
sadece biz psikolojik danışmanlar değil, beslenme ve diyetetik uzmanları da
geleceğin mesleği olmaktan çok uzaklar. Olumlu tarafından bakmak gerekirse bu büyük
veri algoritmaları sayesinde hastalıkların teşhis ve tedavisi daha başarılı
hale gelecek.
Dikkatim
çeken farklı bir nokta; gelişen teknolojinin topluma olan yansımasına
baktığımızda aslında bizi kendimizden ne kadar da uzaklaştırdığını
görebiliyoruz. Akıllı telefonlar ve teknoloji artık günümüzün o kadar büyük bir
vazgeçilmezi haline geldi ki siber âlemde olan şeyler gerçek hayatta olup
bitenlerden daha önemli ve ilgi çekici. Telefondan kafalarını kaldırıp selam
veremez sohbet edemez hale gelmiş bireyler haline geldik (s. 94).
Kitabın
Tanrı ile ilgili olan kısmında insanların olumsuz duygularını yönetmek için
Tanrı’ yı hesaba katmaları ve bu olumsuz duygusunu tanrının emriymiş gibi
kamçılayıp öfkesini gerekçelendirmesi değil de duygularını gerçekleriyle
kabullenip baş etmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Ahlaklı davranmak için bir dine
ya da mite ihtiyacımız olmadığı dile getiriliyor. Laikliğin sağlanamadığı
günümüzde devlet işlerine Tanrı’ yı işe karıştırmadan yapabilmeli; sağlıklı bir
yaşam ortamı sağlanmalıdır. “Son birkaç yüzyılında kanıtladığı gibi ahlaklı bir
hayat sürmek için tanrının adını anmaya gerek yok.”
21.
yüzyılda en önemli görünen sanat türünün bilim kurgu olacağı öngörülürken şuan
bilimkurguda bilinç ve zekânın birbirine karıştırıldığından bahsediliyor.
Yapılan birçok yapay zekâ konulu film varken işlenen konuların alakasızlığı ele
alınmıştır. Hayatta deneyimlediğimiz her şeyi kendi içimizde yani bedenimizde
ve zihnimizde yaşarken matrisin içinde ya da dışında olmamız yaşadığınız
duyguyu değiştirmiyor. Korkunuz yine korku üzüntünüz yine üzüntüdür; tamamıyla
gerçektir.
En
önemli konulardan biri olan eğitime geldiğimizde ise gelişen teknolojiyle
kıyaslandığında çocukların şuan öğrendiklerinin ileride hiçbir işe yaramayacağı
yadsınamaz bir gerçek. Teknolojinin sağlayabildiği bilgileri aynı şekilde
öğretmeni tarafından anlatılmasının hiçbir anlamı yok. Öğrencilere verilmesi
gereken şey teknoloji bu kadar gelişmemiş olsa bile bilgilerin nasıl
anlamlandırılacağı, nasıl eleştirel düşünebilecekleri ya da bilgiyi nasıl
dönüştürebileceği olmalıdır. Çünkü 2050’ de çocukların öğrendikleri hiç bir
bilgi işe yaramayabilir. Çocuklara bakış açısı kazandırabilmek, eleştirel
düşünme becerilerini geliştirebilmek hepsinden daha önemlidir. Eleştirel
düşüme, iletişim, işbirliği ve yaratıcılık öğrencilerin öğrenmesi gereken en
önemli beceriler olmalıdır. Bilgi odaklı değil düşünme odaklı olabilmeli ve
bunu çocuklara beceri olarak kazandırmalıyız. Dolayısıyla öncelikli olan
çocuklara değil, kendimize yönelmeliyiz.
3.
Sonuç
Aslında
durumumuzun geneline baktığımızda hayatımızın anlamını bulmaya çalışırız. Ben
kimim? Bu hayatta ne yapmalıyım? Bu hayatın anlamı ne? İnsanlar yüzyıllardır bu
sorulara cevap ararlar. Aslında bu sorulara yönelik başarılı birçok anlatı
oluşturulmuştur. Bu anlatılardan birine inandığınızda onun dışında kalan
şeyleri görmekten geliriz. Anlatıya baktığımızda onun doğruluğundan çok bana
bir kimlik kazandırıp kazandıramadığıyla ilgileniriz. Bize anlam ve kimlik
sunan anlatılar tümüyle kurmaca bile olsa biz insanların bu anlatılara inanmaya
ihtiyacı var.
Dini
anlatılara baktığımızda mum yakmak çan çalmak dinse anlamlar katıldığı gibi
herhangi bir yemeğe de manevi değerler yüklenebiliyor. Ya da bir inanç uğruna
birçok şey feda edilerek çok farklı şekillerde ele alınabilir. Ele alınan hangi
din, hangi tanrı olursa olsun kitabın dile getirdiği tüm anlatıların aslında
kusurlu, çelişkilerle dolu olmasıdır. Milletim ve dinimin milyonlarca insanı
öldürmemi buyuruyorsa bunu yapmalıyım düşünceleri artık bir kenara bırakmalı ve
öncelikle kendimizi anlamaya çalışmalıyız.
Benliğe yönelik düşüncelerin sürekli değişebileceğin kabul etmeliyiz.
Fotoğraf çekilmeye değil o anı yaşamaya bakmalıyız. Kitabın bu konu ile ilgili
en sevdiğim cümlesi; “İnsanlar ben kimim?
diye soru sorup cevap olarak bir anlatı bekliyorlar. Kendiniz hakkında bilmeniz
gereken ilk şey bir anlatı olmadığınız.” oldu.
Duygularımıza
dönüp baktığımızda dünyadaki tek gerçek duygunun acı olduğu dile getiriliyor.
Bu nedenle evrenin, hayatın amacını anlamak; kendi kimliğini keşfetmek
istiyorsan acıyı gözlemleyebilir ve acının neye karşılık geldiğini
inceleyebilirsin.
Teknolojinin
bu kadar gelişmesi, algoritmaların beynimizi okuyacağını düşündüğümüz 21.
Yüzyıl öncesinde insanların öncelikle kendi zihinlerini anlamaları
gerekmektedir. Kim olduğumuza ve kendimize yönelik tüm bilgilerimizi
şekillendirecek olan algoritmalar gelişmeden biz bazı şeylerin farkındalığına
varmalı; ölümü anlamaktansa yaşamı anlamaya çalışmalıyız. Şuan için psikolojik
danışmanların farkındalığı oluşturmak için önemli bir göreve sahip olduğunu
düşünüyorum. İnsanların sadece gerçeği olduğu gibi izlemelerini sağlamak bile
aslında her duygunun kaynağının zihnin içindeki örüntülerden kaynaklandığını fark
etmelerine olanak sağlayacaktır. Zihin içerisindeki aynı nöronlar farklı
hareketleriyle biriyle acı çekerken diğer hareketle âşık olabiliyorum.
Algoritmalar bizim yerimize düşünmeden öncelikle bizim kendi zihinlerimizi
anlamamız gerekmektedir. Bir an önce işe koyulmalıyız.
Genel
olarak baktığımızda bu değişimlerin hayatımızı birçok ölçüde değiştireceği,
mesleğimizin birçok açıdan değişime uğrayacağını düşünüyorum. Fakat psikolojik
danışmanlığa yönelik ihtiyacın devam edeceğini; sadece kullanılacak olan
kuramların ve terapötik yöntemlerin değişebileceğini öngörebiliriz. İnsanlar
doğumundan itibaren bağ kurmaya ihtiyaç duyan varlıklardır. 2050 yılında doğan
bir bebek annesi ile bir bütün olduğunu düşünürken bebeğin ihtiyaçları belki de
teknolojik tasarım ürünlerden robotlardan karşılanabilecek ve dolayısıyla
bebeğin duygusal ve sosyal gelişimleri tamamlanmamış olacak ve ileride kendine
güvensiz, içe kapanık bireylerin artmasına neden olacak. Kişiler arası iletişim
azaldıkça insanlar daha çok psikolojik problemlerle karşılaşacak. Dolayısıyla
psikolojik danışmanlara olan ihtiyaç daimi olacaktır.
Teknolojik
gelişimler ile insanların mesleki olarak sürekli değişime uğraması, içinde
bulunduğu zamana uyum sağlaması gerekecek. Ne kadar çeşitli meslekler oluşsa da
değişime kapalı olan insanların işsiz kalma durumu bunalım, depresyon
sorunlarını beraberinde getirecek. Böylelikle yardım almak için psikolojik
danışman desteğine ihtiyaç duyulacak.
Bilgiye ulaşımın artması, eğitim sisteminin yetersizliği ile insanlara şuan öğrendikleri bilgiler yetersiz gelecek, bireyselleşme ve bencilliğin artmasıyla insanlar daha hırslı bir yapıya bürünecek. Dolayısıyla yaşanan birçok sorunla birlikte mutsuzluk arttığı için psikolojik danışmanlığın desteği daha önemli hale gelecek. 2050 çok yakın bir tarih olmasına rağmen tüm bunlar olabilir diye düşünsek de psikolojik danışmanlar kendi ilke ve değerlerinden vazgeçmemeli; teknoloji ne kadar gelişse de etik ilkelerinden ödün vermemelidir.
Kaynak:Harari, Y. N. (2018). 21. Yüzyıl İçin 21 Ders. Kolektif Kitap.
Uzman Psikolojik Danışman Melike Dinç